30 Kasım 2010 Salı

Rüzgar


Ruzgar Şiiri(Cahit Külebi)
Uploaded by bilgiharmani. - Arts and animation videos.

Günlerden hüzün.Saatlerden hoşça kal.Camın kenarında zamana küskün,dalgın gözlerle, denize kaybolan güneşin,son ışıklarına bakıyor.Derken, rüzgar,pencereden içeri girip,kızıl saçlarını yalayıp kaçıyor.Acıyla gülümsüyor.Gülümsemeyi yüzünde saklayarak,önünde ,ahşap sehpanın üzerinde açık duran kitabın sayfasında yazılanları tekrar okuyor.
’Şimdi bir rüzgar geçti buradan ,koştum ama yetişemedim.’
Çok sevdiği bu şiiri, ne zaman yitirmişlik duygusu yaşasa yeniden okuyor,sanki uzak çok uzaklarda aradığı umutlarına sesleniyor. Kitabın yanı başındaki bir kadeh kırmızı şarabı,rüzgarın ve şiirin şerefine kaldırıyor ve bir yudum alıyor. İşte güneş denize saklanıyor.Karanlık çöktükçe,içeriye ayrılık doluyor.Ayrılığın kalabalığında köşeye sıkışıyor.
Rüzgar şimdi daha sert esiyor,ürperiyor,üşüyor.Bacaklarını toplayıp,büzüştüğü kanepeden doğrularak,camı kapatıyor.Yeniden kanepeye gömülüp,başını kapalı olan cama dayıyor.Gökyüzüne bakıyor.Ay görünüyor.O görünüyor.Ay uzak ,O uzak.Aslında Onun adı Ay.Bir gün, bir gece bir araya geldiklerinde,yan yana dururken ona sarılıp, bir aya bakıyor,bir ona bakıyor.Aydan yanına geldiğine inanıyor.Ay adam yanımdasın diyor.O da ona gülümsüyor,geldiğine memnun.Ama ikisi de biliyor, bir gün yeniden oraya dönecek.O yine aya yalnız başına bakıp,selamlar gönderecek.Rüzgarları kıskanacak.Yetişemedim diyecek.
‘Şimdi bir rüzgar geçti buradan ,koştum ama yetişemedim.Nerelerde gezmiş,tozmuş öğrenemedim.’
Kim bilir aya yakın esmiş midir?Ay adam yüzünde o esintiyi hissetmiş midir.Onu yalayan esintiyle yüzünden gelip geçen rüzgar olmuş mudur?Rüzgarlarla avunamıyor.
Cama daha bir çaresizlikle yaslanıyor.Aya bakıyor.Ağlıyor.Yalvarıyor.Al beni diyor.Yanına gitmek istiyor.İsteği gerçekleşiyor.Aya yükseliyor.Yakınlaştıkça ay ışığı yok oluyor,soğuyor.O üşüyor.Ay karanlık.Kayboluyor.Hem onu,hem kendisini kaybediyor.
Gecenin sessizliğine,yere düşen bardağın kırılma sesi karışıyor.Kırılıyor.Her şey kırılıyor,Bardak kırılıyor,kalbi kırılıyor,ay adam kırılıyor,paramparça oluyor.Ay yalnızlığına ağlıyor.Kadın yumruklarını sıkıyor.Elinde kalan kırık cam parçaları elini kanatıyor.Bir tek eli değil,yüreği de kanıyor.Kanıyor,kırmızıya boyanıyor.Yüreğinin kırmızısını bir tek ay ışığı yok edecek.Ama ay adam yokken ay eskisi gibi ışımıyor.Ay yalnız ,o yalnız.Yalnızlığına ağlıyor.Gözyaşları içinde yerinden kalkıyor,salondaki kitaplıkta sakladığı defteri açıyor.Bu kez:
Ay ışığı güzel yüzüne vurana,
Sular yansımanı gösterene,
Yüreğim yanında hissedene,
Nefes nefese kalana dek,
Kalbine koşmak istiyorum…diyen şiiri defalarca okuyor.Kendisine koşmak isteyen, ama bir türlü yetişemeyen sevgiyle hıçkırıklara boğuluyor.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Bir masal


Aha.-.Take.on.me
Uploaded by herzchen. - Watch more music videos, in HD!

27 Ekim 2010 Çarşamba

Hotel California


Eagles - Hotel California (live)
Uploaded by ntmik. - Watch more music videos, in HD!
Hala dinlenesi,hala dokunaklı ve hala etkileyici.Kaliteli müzik bu olsa gerek

26 Ekim 2010 Salı

Buika


BUIKA - No habrá nadie en el mundo por UOLMUSIC no Videolog.tv.



Kimi zaman radyoda tesadüfen dinlediğim,dilini bilmediğim bir şarkıya derin anlamlar yüklüyor,hiç bitmesin istiyorum.'Buika'nın bu şarkısını ilk duyduğumda da derinden etkilendim,dilini anlamadığım sözlerin yakıcılığını yüreğimde hissettim.Şarkının ismini ve söyleyeni bilmediğimden,kaybolmasına gönlüm razı olmadı,son bölümünü cep telefonuma kaydettim.Ama bir kez daha dinleyebilmek için,şarkının ismini,söyleyenini nereden bulabileceğimi bilmiyordum.Pek umudum yoktu hani.Sonra bir gün kitap alışverişi için gittiğim bir kitapevinden,içinceki şarkıları bilmediğim bir cd satın aldım.İlk gün ondokuz şarkının tamamını dinlemeden kapattım.Bir kaç gün dinlerken sonra onbeşinci şarkı dönmeye başlayınca,aradığım şarkıyı tekrar duymanın sevinciyle doldum.Tekrar tekrar kaç kere aynı şarkıyı bıkmaksızın dinledim,hala da dinliyorum.Sözlerinin türkçe anlamını okuduğumda şarkıyı daha bir sevdim

Şarkının sözleri
sular serbest kaldıklarından beri
kaynaklarının dışında özgürce akarlar
yaseminler ağlamış
ve anlamıyorum neden senin de ağladığını kızım
neden gözlerin ıssız kalmış.
güzel bir öğleden sonra , zeytin ağaçları aldındayken hiç kimse,
hiç kimse seni nasıl sevdiğimi görmedi, nasıl sevdiğimi seni
ve şimdi zeytin ağaçları uyuyorlar, ama ben uyuyamiyorum.

dünyada kimse yok ki derdime derman olsun
senin gururun sayesinde açılan yarama
şimdi beni nasıl incittiğini anlayamiyorum
o kadar aşkı bana tattırdıktan sonra

dönüşünden sonra sana tüm şiirleri okumayı düşündüm,
aşk hakkında ve acı çekmek hakkında olanları,
bana geri döndüğünde kızım, seni öpücüklerimle kaplayacağım
ve uçacağız yukarılara, bulutların yavaşça estiği yukarılara
dudaklarım vucudunda yavaşça akıp gidecek, o kadar yavaş ki zaman anlamak için duracak

hiç bir şey ama hiç bir kimse derdime derman olamaz
onurun öyle bir yara açtı ki bende
beni o kadar büyük bir aşkla sevdikten sonra
nasıl yaralayabilir bir insan bir insanı böylesine?

Temizlik


Bugün gardrobu düzenledim.Neredeyse birkaç haftadır korkulu rüyam olmuştu.Yapılacaklar listemin en başında, sürekli kafamı meşgul eden sorunum haline geldi.El at, kurtul bu işten dedim ve güneşli bir pazartesi gününü evde yatak odasının dört duvarı arasında geçirdim.Gömlekler,pantolonlar,kazaklar,tişörtler,eşofmanlar arasında yok olmuş mağdur gibiydim.Hepsi üzerime üzerime geliyor,bu kadar çok kıyafete sahip olduğum için kendime kızıyordum.Kızmak işe yarasa da bir çoğunu verebilme cesareti göstersem.Yok daha neler, bir gün gelir giyeceğim tutar diyor sıkıştıracak başka bir köşe arıyorum.Kıyafetlerin arasında böylesi bir mücadele yaşarken ,yaptıklarımı otomatiğe bağlayıp,düşünce dünyamı hayallerin içine salıverdim.Şimdi o kıyafetlerin yerinde duygular vardı.Karmakarışık,düzensiz,gereklisi ve gereksiziyle bütün duygular.Ayıklanıp kimileri atılacak,diğerleride olması gerektiği yerlere istiflenecek ki ihtiyaç duyulduğunda başka bir yerlerden çıkmasın.Veyahut kaybolduğunda uyumsuz bir duyguyla baş başa kalınmasın.Sevinçler üst rafa,umutlar daha üste,hüzünler ortalarda bir yere,karamsarlıklar ,kötülükler,kıskançlıklarsa bir torba içinde, kim talip olursa ona verilmek üzere kapı dışına.O da ne?Bak hayalimde kıyafetlerimle örtüştürdüğüm duygularımın da bir kısmını veremiyorum.Kalabalık yaptıklarını bildiğim halde hem de!Sabırsızlığımı,şüphelerimi hele de öfkelerimi ve kırgınlıklarımı.Sabırsız olmam,el çabukluğuma katkı sanıyor,şüphelerimi tehlikelerden korunak biliyor,kırgınlıklarım ve öfkelerimi de hak etmediklerime itiraz ,hak ettiklerimi belli etmek olarak belliyorum.İyi halt ediyorum.Gereksiz ne kadar olumsuz duygu varsa hepsini seçiyor,bana gerekli o güzel duygulara yer açtıkları yerlere ,olumlu olanları bir güzel yerleştiriyorum.O sıkışıklık yok.O karmaşa yok.Ruhumu arındırmanın yolu bir bahar temizliğinden geçirmekmiş diyorum.Kendimi,elimde tuttuğum beş senelik pantolonu nereye yerleştireceğime karar verirken bulunca uyanıyorum.Bunun sende kalma süresi bitmiş güzelim diyor,teker teker bunun gibi yer işgal eden ne kadar kıyafet varsa kapı dışarı ediyorum.Güneşli bir sonbahar gününü evde geçireceğim için hayıflanırken ,bir bakıyorum hem dış dünyamı, hem iç dünyamı temizlemiş olarak bitirdiğim günün huzuruyla yeni bir gün diliyorum.Eksiklikler nasıl can yakarsa,fazlalıklarında can acıttığını anlamakla geçirdiğim bir günün ardından kazanmış çıkıyorum.

20 Haziran 2010 Pazar

Kadın olmak..


BEN KADINIM!
Ben kadınım.yitirilmiş zamanların,kazanılmış zaferlere dönüşebilen güzelliğini gören gözlerim;kavuşamamış isteklerle, dört bir yana şefkatle kucak açmış kollarım;
Gidemediğim,ulaşamadığım hayal ülkelerinden vazgeçip ,zorlu yollara katlanan ayaklarım;Duymak istediğim güzel sözlerin sessizliğine katlanıp,duyduğu sesleri duymak istediklerinin yerine koyan kulaklarım;Söylemek istediklerini sonsuz kelimeler sandığına saklayıp ,söylenmesi gerekenleri dile getiren dilimle ben kadınım.Güzelliğin kaf dağının ardında ki iksirine kavuşmayı hayal eden çaresizliğiyle ,kozmetiklerden,kremlerden,formüllerden medet uman ,süslü püslü görünen yanımın ardında gizli ; dışgörünüşten daha önem verdiğim ruhumun doyurulmasına gönlümü bağlamışım.Ben kadınım.Zayıf bedenime sarmaladığım zırhların ağırlığını taşıyan varlığım.İçinde ki çocuğa sahip çıkan ,anne olmanın olgunluğuyla tanıştırmadan,gerektiği zamanlarda ikisini ayrı ayrı ortaya çıkarmasını bilen varlığım ben.

9 Mayıs 2010 Pazar

Babamdan mektup


Uzun zaman önce yazdıklarımı gözden geçirirken arşivimde unuttuğum,hatta başkasının kaleminden çıkmış gibi okuduğum bu yazıya rastladım.Yıılar önce genç yaşta kaybettiğim babacığımın, bana seslenişi olarak yazdığım duygularım:
Canım kızım;
Ayrılığın amansız saatleri vurduğunda bizden çok uzakta olan sen aklımdaydın.Bundan on gün öncesinde yeni bir yıla girdiğimiz anlarda kardeşlerin ve annen ile senin yokluğunu konuşmuş aramızda olmanı ne çok istemiştik.Görüşebilme ihtimalleri, uzaklığa tahammülü artırıyor.Ama olmadı güzel kızım.Seninle konuşamadık, koklaşamadık.Doyulur mu koklaşmalara diyeceksin.Elbette doyulmaz.Ancak son görüşmemizde öyle bir ayrıldık ki,kısa sürede tekrar görüşebilecek umuduyla ertelenen duygulara salıverdik sevgi sözcüklerini sanki.Seni sevdiğimi bildiğinden eminim.Sen yola çıkarken sandalyede oturmuş hüzünlü halimle senin saatinin gelişini bekleyişimiz, gözünün önünde canlanan son fotoğraf oldu bunu da biliyorum.Belki böylesi daha iyi! Göremedim diye üzülme cansız bedenimi.Şanslı say kendini.Sen beni her zaman,sessiz köşesinde seni uğurlayan sevgi dolu bir baba görüntüsüyle hatırlayacaksın.Yaşadığımı hissettiğin duygularını,soğuk yüzüme tanık olmanın perdesi örtemeyecek.Beni ,kah evimizin balkon demirine yaslanmış halimle,kah evin karşı sokağından motosikletin üzerinde gelişimle hatırlayacaksın kim bilir!Hatıralarında canlı kaldığım için seviniyorum ben.
Sen ve kardeşlerinin bu yetişkin zamanına yetişemediğimden buruk içim.Hayat defteri,yarım bıraktığımız boş sayfalarla kaldı.Benden sonra sizlerin doldurduğu sürece eşlik edememiş olmam ,beraberliğimizin resimlerini eksik bıraktı.Anacığıma ikinci kez evlat acısı tattırmış olmanın hüznü de çok ağırdı işte.
Ağır geliyor biliyorum yokluğumun erken gelen acısı.Kalmak için şansım yoktu.Hazırlıksız çıktım hayatınızdan.Yaşam bazen,sürprizler yaşatır ,kanatarak şaşırtır bizi.Acı tatlı anılarıyla sizinle olduğum günlerin her bir anını yeniden yaşadım o son gece.Saksıya son kez diktiğim fidanlarımda sizi gördüm.Ölümün soğuk koynuna sokulurken,sizin canınıza değdim ısındım.Soğuktu ayrılığın kucağı hem de çok soğuk.Öyle soğuktu ki yaktı bedenimi özleminizle.Size doyamadım güzel kızım,Gideceğimi bilmeden bir gün önce en yakın arkadaşıma sizleri anlattım.Sizlerle nasıl gurur duyduğumu anlattım ona.
Canım kızım;
Zamansız ayrılığımızın üzerinden geçen bunca yıla rağmen aramızdaki sevginin mesafesi bir nefes,bir ses kadar yakın biliyorum.Yüreğine her beni sorduğunda orda bana açılan o koskocaman yerden,çağlayan sevgi sözcüklerini bil ki ben de duyuyorum.Her gün doğumunda sana gönderdiğim aydınlığın bir kısmını kalbine yerleştiriyor sende olan sevgimi her yeni doğan günle yeşertiyorum.Tıpkı ,bilmeden o ebedi yolculuğa çıkacağım akşam,toprağa diktiğim küçük çiçek fidanları gibi.Benim yokluğuma inat onlar arkamdan yeşersin istedim belki bilmiyorum.Hislerini ortalığa rahatça dökemeyen sıkılgan yapımın altında.bas bas bağıran sevgimi hissettirecek çok şey yaşatabildiğimi biliyorum.Güzel sözlerin yerine, annene zaman zaman getirdiğim bir demet nergis,cebimden çıkardığım tarağımla sizin saçlarınızı düzelttiğim akşamlar,üzerinize ilk kez giydiğiniz bir kıyafetin güzelliğini onaylayan uzun uzun bakışlarım,akşam iş dönüşünde yemeniz için aldıklarımı siz tadarken izlediğim mutluluğunuz,bir araya geldiğimiz akşamlar sizleri güldürmek için yaptığım espriler hepsi sevgimin parçacıklarıydı.Sözle anlatamadıklarımın,yansımaları.Benim hatalarımın istemsiz çaresizlikler olduğunu fark ederek,babalığımın hakkını verdiğin için sana teşekkür ediyorum güzel kızım.
----------------------------------------------

'Hüzünlü yüreğine su serpmek istedim kapatmışsın kapıları giremedim.Gözlerindeki dalgınlığı ,hayatında ki yılgınlığı alıp çekemedim,seninle olan mesafeleri yenemedim'

'Seni sevmenin en zor yanı,senin yanında olmam gerektiği zamanlarda uzaklığına uyanmak ve var olduğuna inandığın sevgilinin , yokluğunun boşluğuna dayanmak.Bu öyle bir boşluk ki,adsız sevdanın karanlığında kalıyorsun ve göremediğine yanıyorsun.Olmayan aşkların kahramanını oynuyorum sanıyorsun.Bir masal yaratmışsın,içinde hem varsın,hem yoksun.!

30 Nisan 2010 Cuma

Tuzla sahilim

Bu aralar ne zaman şehrin kalabalığından bunalsam,sessiz sakin bir yer arasam aklıma ilk gelen yer,İstanbul dışındaymışım hissi veren,çayımı kahvemi yudumlayabileceğim gözlerden uzak özelliğiyle sevdiğim tuzla sahili oluyor.Baharı yaşadığımız bu günlerde hele tadı daha bir başka.Güneş yüzünü gösterdiğinde,bütün yapacaklarımı es geçip oraya koşmak için can atıyorum sanki.Bugün de aynı duyguyla,öğleden sonra en yakın arkadaşımı kandırıp kahve keyfimi denizin esintisinde ve kokusunda demlendirdim.Martıların görselliğine güzellik kattığı masmavi denize bakmaya doyamadım.En yakın zamanda yine gideceğim kesin:)

Piatango-Piazzolla Project

Perşembe akşamı,Jazz Stop Suadiye'de muhteşem bir müzik ziyafetine tanıklık ettik.Arjantin tangosunun günümüze uyarlanmış,her biri ayrı tat veren parçaların ritmine ayak uyduran gönül telimiz,kelimelerin bittiği yerde başlayan duyguları,kendi algısında duyumsama şansını yakaladı.Sözcüklerin,bildik cümlelerin yerine,kaliteli müziğin ayrıcalığında duygu dünyasını her dinleyen kendine diline göre doyurdu. Gustavo Battistessa (Bandoneon),Burcu Bal (Keman),Başak Elkutlu (Viyola), Şirin Vatan (Viyolonsel), Ceyda Pirali (Piyano), Saltuk Tukur (Bass ), Mine Berkay (Perküsyon)dan oluşan Piazzolla Project,2007 yılında bir araya gelmiş.Türk tangosunu da Piazolla yorumlamasıyla başka bir tatta sunmayı başarmışlar.Gecenin ilerleyen saatlerinde keman sesiyle insanı büyüleyen Burcu Bal,bizlere sunduğu solo performansıyla, müzisyenliğinin üstün donanımına tanıklık etmemize olanak sağladı.Türkçe tango parçaları,güçlü ve eğitimli sesinden dinlemek gerçekten müthiş bir keyifti. İlk kez canlı performans ile izleme olanağı bulduğum bir bandeneon ustası, Gustavo Battistessa ise ,çalması zor bir enstrüman olduğu söylenen bandeneona ses verirken;Ruhunu kalabalığın ve seyircilerden soyutlayıp ,tamamen müzisyen ruhuyla,kendini enstrümanına adaması görülmeye değerdi.Dünya dans gününde,ruhum tüm coşkusuyla dans etti.Bu geceye tanıklık etmeme olanak sağladığın için teşekkürler sevgili Olga:)

24 Mart 2010 Çarşamba

HYPATIA


1600 yıl boyunca sessizliğe terk edilen bir cinayet

BİLİM UĞRUNA VERİLMİŞ BİR HAYAT

HYPATIA

İskenderiyeli Hypatia (370 – 415), o zamanların üniversitesi kabul edilen İskenderiye'deki okulda felsefe, matematik ve astronomi dersleri vermiştir. Platon ve Aristotales'in tanıtılmasında dersleri etkili olmuştur. Bruno ve Galileo’dan yüzyıllar önce astronomi aleti usturlabı da keşfeden Hypatia, İnançsız olduğu gerekçesiyle, Hıristiyan din adamı Crillo’nun emriyle bağnaz bir dinci grubun saldırısı sonucu işkenceyle derisi yüzülerek ve parçalanarak öldürülmüştür. Hypatia’nın ölüm emrini veren Crillo daha sonra Katolik Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiştir. Hypatia’nın hunharca katledildiği dönem Pagan felsefesinin sona erdiği ve Hıristiyanlaşmanın güçlendiği bir süreçtir. Doğa bilimleri ve matematik gibi alanlarda yoğun bir gerileme dönemi bu tarihlerden itibaren başlamıştır. Hypatia çağının yegane bilim kadını olarak bilinir. Aritmetik alanında 13 ciltlik bir yapıtı sözkonusudur. Bununla birlikte kadın olduğu için ne felsefe ne de bilim tarihinde dinin de etkisiyle 1500 yıl boyunca adı belirgin bir şekilde geçmemiştir.

HYPATIA İNSANLIK TARİHİNİN İLK BİLİM KADINI

Astronomide çoğunlukla yıldızların yükseklik açılarının ölçülmesinde çeşitli problemlerin grafik yöntemlerle gösterilmesinde kullanılan usturlabı da keşfeden HYPATIA, İnanç yerine aklı ve bilimsel düşünceyi savunduğu için, Dini otoriteye ve Tanrı’ya isyan ettiği gerekçesiyle 45 yaşında uzun işkencelerden sonra, derisi yüzülerek ve vücudu parçalanarak katledildi.

Hypatia'nın öldürülmesi dünyanın bin yıl cehalet ve batıl inanç bulutlarıyla kaplandığı Karanlık Çağların başlangıcını da işaret etmiştir.
Rafael’in Atina Okulu tablosundan Hypatia


Voltaire “Dictionary Philosophique” adlı yapıtında, Hypatia’nın öldürülmesini “Crillo adlı bir papaz ve köpeklerinin, yobazlardan oluşan bir sürüye sırtlarını vererek işlediği hayvanca cinayet” olarak anlatır.

Hypatia katledilişinden sonra yaklaşık 1600 sene geçti.
Hypatia bilimin ve aklın belki ilk kurbanıydı, erkek egemen din vahşetinin onbinlerce kurbanından sadece biriydi.
Tek suçu erkeklerin dünyasında bir kadın olmak, Dincilerin dünyasında akıl ve bilimi savunmak, düşündüğünü özgürce söyleyebilmekti.
Hypatia cinayetinin üzerinden yaklaşık 1600 sene geçti de, Ne değişti? Hala sadece kadın olduğu için öldürülenler yok mu? Aklı ve Bilimi savunduğu için katledilenler? Özgürce konuştuğu için vurulanlar, hapsi boylayanlar?

Kadınlar için konuşmanın bile zor olduğu Hıristiyanlığın bağnaz döneminde bir kenti etkiledi Hypatia. Kadın mücadelesi için en önemli figürlerden biri oldu.

18 Mart 2010 Perşembe

Resim ile buluşmam...

RESSAM PELİN KORKULU İLE İLK RESİM ÇALIŞMAM

KARA KALEM DENEMELERİM






Bunca zaman sergilere gittim,ressamları tanıdım.Resimleri anlamaya çabaladım,ilgilenen arkadaşlarımın heyecanına ortak olmaya çalıştım.Onların yeteneklerini,başarılarını kutladım.Ama resme hep seyirci kaldım.Okul yıllarımda zorunlu resim derslerini saymazsak,o günlerden bugüne bir çizgi çizmişliğim yoktur.Yakın olayım olmayayım sanatın her dalına saygı duyar,anlamam gerektiğini düşünmeden ilgilenir, ama ben yapabilir miyim düşüncesiyle yaklaşmazdım.Hayata karşı açarsanız kollarınızı,deneyimlerinize yeni hediyeler sunuyor.Denemenin korkaklığına sığınmadan,bilmediklerinize yaklaşırsanız,yeni öğrenmenin çocuksu sevincini yaşayabiliyorsunuz.Ben bugün bu çocuk sevincini yaşadım işte.Doğrusunu söylemek gerekirse ,kollarımı tam açacak kadar olmayan cesaretimi kazanmamı ressam Pelin Korkulu sağladı.Yeni yürümeye çalışan bir bebek ürkekliğinde aldım kağıdı kalemi elime.Heyecanlandım ama o heyecanı sevdim de!Önce,sehpaya koyduğu;bir şişe ,kitap ve iki elmadan oluşan modelime baktım,sonra da önümdeki bomboş sayfaya.’’Korkmadan çiz ne görüyorsan’’ dedi.Korkmamamı söylese bile,hatalarımı hemen yok edebilmek için elimin altında bir silgi aradım.Silgi istedim. Gülümseyen bakışlarındaki ‘hayır’ı anlamıştım.Silmek yoktu.İlkokul öğrencisi tecrübesizliğiyle, tuttum kalemi şişenin en ucundan başladım çizmeye.
Bütünü görmekten uzaklaşmış,tek tek odaklandığım için,kağıt üzerindeki orantıyı kaybetmeye başlamıştım.Anlaşılan,Pelin önce, bende olan acemilikle tanışmamı istemişti .Oturdu yanıma.Bir anda,Pelin’in ellerinde,kalemle kağıt, birlikte olmanın hazzıyla,hızlıca sehpanın üzerindekileri oluşturmaya başladılar.İnanılmazdı,sihirli dokunuşlar gibi.her kalem darbesinde daha belirginleşiyorlar,gerçekliğe kavuşuyorlardı.Resimde teknik nedir işte o anda tanıştım.Çizgilerden korkmadan,alabildiğine çok ,ama yumuşak çizgilerle bütünden teke doğru belirginleştirmenin inanılmaz oluşumuna tanık oldum.Yürümeyi belki öğrenememiştim ama ilk adımı atma cesaretini ve başarısını kazanmıştım.Bu bile, yeni bir şey öğrenmenin çocuksu saflığını, heyecanını yakalamamı ve tadını almamı sağlamıştı.Hayatta denemekten korkmadan yeni yolculuklara yelken açmanın keyfini bir güne sığdırmanın mutluluğunu yakaladım.Bu bakımdan,beni,ressam ablası Pelin Korkulu ile buluşturan,başarılı sporculuğuyla ve azimli kadın kişiliğiyle hayatımda olan Gülcan Korkulu arkadaşıma da minnettarım.
PELİN KORKULU RESİMLERİ:



Maltepe resim atölyesinde başarılı ressam adaylarından Sabiha Demir'in resimleri:



RESSAM HAKLI!

Bir zaman vardı ya târîh-i mukaddes modası...

Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası,

Mutlaka eski tesâvîr ile ziynetlensin,

Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin.

Biri peydâ olarak 'Ben yaparım' der, kolunu

Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu

Sıvar ammâ ne sıvar! sâhibi der:

- Usta bu ne?

Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!

- Bu resim,askeri basmakta iken Fir'anv'ın,

Bahr-i Ahmer* yarılıp geçmesidir Mûsâ'nın.

- Hani Mûsâ, be adam?

- Çıkmış efendim karaya...

- Fir'avun nerde?

- Boğulmuş.

- Ya bu kan rengi boya?

- Bahr-i Ahmer a efendim, yeşil olmaz ya bu da!

- Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda!

Mehmet Akif Ersoy’un bu şiirini her okuduğumda,resmi yapan gözlerin, farklı pencerelerden çıkarmaya çalıştığı ışığın, farklı renklerini yansıtma çabalarını (mizahi bir dil akışıyla)anlatır derim.Sanatın her alanında olduğu gibi,beğeniler göreceli ve devinimlidir.Bakarız resme kendi dünyamızla algılarız,bilemeyiz ressam o resimde nerelere,kimlere duygu yolculuğunda gezindi.Biz kendi yolculuğumuza çıkar,kendi duygu dünyamızla yakınlık kurmak isteriz.Bize ait bakışları kondururuz renklerin üzerine.Aynı denize,aynı aya ve aynı güneşe bakan gözlerde,bizim ayrı bakışlarımız gibi ayrı aktarır tuvale renkleri,ışığı,doğuşu ve batışı..Çünkü her resim, başka bir elin, ruhunun ,sesine kulak verir.El o ruhun hizmetindedir.Boşluğu doldururken,’sana ait duyguların diliyim ben,emrindeyim’ der gibidir.Ressam kendi dünyasını da giyindirir ,yaptığı resmin üzerine.Gizli imzası tekniğidir.Bu yüzden ayrıştırırız hangi resim kime ait çoğu zaman.

13 Mart 2010 Cumartesi

Rüştü Asyalı sesinden aydınlarımız....

Rüştü Asyalı'nın sesine olan hayranlığım,biraz geçmişi ve arşivleri karıştırmama vesile oldu.Böylesi harikulade yorumlayan bir ses ile Uğur Mumcu'nun 'Sesleniş' adlı makalesi birleşince,çok dokunaklı bir video oluşmuş.Her fırsatta bunlar hatırlanmalı,hatırlandıkça da Uğur Mumcu'nun'Ey halkım unutma bizi!' nidasına cevap olmalı.Unutmadık sizi!!

12 Mart 2010 Cuma

CYRANO DE BERGERAC

'Cyrano de bergerac' oyunundan,'İstemem eksik olsun' tiradı(Edmond Rostand)




Bu tiradla ve o muhteşem ses'Rüştü Asyalı'nın seslendirmesiyle tanıştığımda,daha ergen dönemimdeydim.Ne ismini ne cismini bilmeden,siyah beyaz televizyon dönemimde izlediğimde bende iz bıraktığını yıllar sonra rastladığımda daha iyi anladım.O dönemlerde belki tam özümseyerek algılayamasam bile,benim için hep hatırlanası bir film karesiydi.Hafızamda derin izler bırakan filmin bazı bölümlerini şimdi daha farklı bir bakış açısıyla anlayarak bir kez daha okudum ve dinledim.
Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!
Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
“Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
İstemem!
İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek...
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek...
Tek başına...
Özgür olmak...
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak...
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak...
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak...
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

- Dök içindeki öfkeyi dostum. Ama saklama benden seni sevmediğini.
- Sus... ”

Cyrano De Bergerac'tan... Unutulmaz "İstemem eksik olsun" tiradı.
Edmond Rostand

Rüştü Asyalı'nın muhteşem yorumuyla tiradı dinlemek için aşağıdaki bağlantıyı açın.
http://www.mahkum.net/wp-content/istemem.mp3

8 Mart 2010 Pazartesi

'Gizli Tanrıçalar' Sergisini Gezdim



Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü öğrencileri 21. yüzyılın “Gizli Tanrıçalar”ını ortaya çıkardı

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 2. sınıf öğrencileri Temel Tasarım dersi kapsamında “Gizli Tanrıçalar” sergisini hazırladı. Kadınların Tanrıça özelliği kazandırılan yönlerini günümüz bakış açısı ile değerlendiren tasarımlar; doğanın kadını nasıl biçimlendirdiği sorusuna cevap veriyor.

Genç tasarımcılar, çalışmalarını Anadolu mitolojisinde Tanrıların Tanrısı Ana Tanrıça Kybele mitosundan etkilenerek oluşturdu. Ortaya çıkan tasarımlar ile Kybele’nin günümüz kadının doğasında var olan analık, üreme, dişilik, hayatın sürmesi ve dolayısıyla bereketi simgeleyen yönlerine dikkat çekiliyor.

Temel Tasarım dersi yürütücüsü Öğr.Gör.Mehmet Özen, ilk çağlarda doğa ile insanın bedeni arasında kurulan samimi bağın gün geçtikçe farklılaştığını, günümüzde bu anlayışın yerini doğasına aykırı davranan insanlar ve anlayışların aldığını belirtti. Özen, her şeyin çok hızlı tükendiği dünyada üreme ve üretme kavramlarının üzerinde tekrar durmak gerektiğini söyleyerek; kadın doğasına ilk çağlardaki gibi bir tanım ve anlam getirilerek yeniden inşa edilmesinin gerekliliğini vurguladı.

Sergi adının neden “Gizli tanrıçalar” olduğunu da anlatan Özen, “Her kadın bir güçtür o güç bazen keşfedilmiş bazen de keşfedilmemiş olarak sır dünyasında doğacak gününü bekler. Biz istedik ki, kadına ait birçok farklı bakış açısı bu tasarımlar içinde kendine beden bulsun ve keşfedilsin. Bu yüzden sergi “Gizli Tanrıçalar” adını aldı.

Sergide kadın mankenler kadar erkek mankenlerin de “Tanrıça” figürü olarak kullanılması dikkat çekiyor. Özen, “O yüzden kadının oluşturduğu kimlikte erkeğin payını, erkeğin oluşturduğu kimlikte ise kadının payını unutmamamız gerekir. Bence bu sergi iç içe geçmeyi, birleşmeyi, taşımayı, beslemeyi oldukça iyi anlatıyor” dedi.

Sergi, Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi A Blok giriş katında, 25 Şubat tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Tarih: 20 Ocak–25 Şubat
Yer: Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi A Blok, giriş katı
Giriş ücretsizdir.
(Milliyet Kültür Sanat)
SERGİDEN BAZI ÇALIŞMALAR:

Emre Dönmez bu çalışması için şu yorumu yapıyor.
Bu çalışmamda kadının gizli saklı kalmış iç dünyasını,yansıtmayı amaçladım.Çalışmamda kullandığım zincirlerle,kadının kendini kilitlediği dünyasındaki
hapsoluşunu,kilidin(çözümün)ise,yine kendi dünyasında aranıp bulunması gereken önemli bir nokta olduğunu vurgulamak istedim.Ayrıca bunları yanyana getirerek karşıt bir ilişki oluşturmayı amaçladım.
Mert Barsanoğlu'nun çalışması ise,kadını bir çam ağacı figürüne dönüştürüyor.


Ve şöyle diyor:
Ben bu çalışmamda kadının özgürlüğünü çam ağacının dalları gibi uzanışıyla anlatmak istedim.Çam ağacının her mevsim yeşil olan yaprakları ona canlılık,sonsuz özgürlük,ve dayanıklılık gücü vermektedir.Tıpkı kadının doğası gibi.
Ve diğer çalışmalar;







7 Mart 2010 Pazar

Leman Sam konseri

Bu akşam,ikinci kez izlediğim Leman Sam konseriyle,kendimi yeniden harika bir müzik ziyafetinin içinde buldum.Zaman zaman çektiğim videolarda arka fonda eşlik ettiğim şarkılarla coştum.Teşekkürler Leman Sam.




28 Şubat 2010 Pazar

Büyümek...


Ellerim küçücük,sığdıramıyorum avucumun içine biriktirdiğim çakıl taşlarını.Deniz kenarında yürüyorum.Ayaklarım da küçücük,kumlara büyük izler bırakamıyorum.Dalgalar çabuk siliyor,derin olmuyor ayak çukurlarım.Ama kalbimi o kadar büyük hissediyorum ki!Bütün hislerim kalbimi kaplıyor zannediyorum. Annem beni ne kadar seviyorsun diye sorduğunda:’Dünyalar kadar’ diyorum ,bir tek dünya yetmiyor çocuk kalbimin sevgisine.Gülünce gözlerim parlıyor,gerçekten gülüyorum.Başka hiçbir duygu karışmıyor gülmelerime.Mutluluk bu diyorum.Mutluluğu aramama gerek kalmıyor.Beni gülümseten o kadar çok şey buluyorum ki! Arkadaşımla sakarlıklarımıza,yüzümüzün kuma bulanmasına ,üzerimizin ıslanmasına bile gülüyorum.Hatta koca koca dalgaların gelip,minicik bedenimizi devirmesine kahkahalarla gülüyorum hem de.Ne saat kaçı vuruyor diye düşünüyorum ne de günler geçti gidiyor diye üzülüyorum.Her gün benim için özel aydınlanıyor zannediyorum.Güneş bizim oyunlarımıza katılıyor ,ay dede masallar anlatıyor diyorum.Kim ne derse inanıyorum.Devlerin yaşadığına,canavarların varlığına,kurbağaların prense dönüşebileceğine,pinokyonun canlı olduğuna ve burnunun yalandan uzayabileceğine de inanıyorum.Yalan söylersem benimde burnum uzar mı diye merak ediyorum.Ne zaman yalan söylesem aynanın karşısına geçip burnuma bakıyorum.Burnumun yerinde durduğunu görünce yalanımın zararsız olduğunu düşünüyorum.
Ama yalanlarım annem tarafından hemen fark edilince,bu sefer annemim doğa üstü güçleri olduğuna inanıyorum Her gizlimi biliyor diye annemi diğer insanlardan daha özel yaratılmış olarak görüyorum.Başkaları ne derse desin en son sözü annemden duyayım istiyorum.Bana kızdığında,bağırdığında onun melekler dünyasından kovulacağımdan korkuyorum.Korunaklarım,güvenliğim yerle bir olacak diye üzülüyorum.Sevinmelerimi ve üzülmelerimi onun iki dudağının arasına teslim ediyorum.Onu mutsuz görürsem,mutluluk hakkımdan vazgeçiyorum.Sevindiğinde’ tamam her şey yolunda..’ diyen bir çok ses duyuyorum bende seviniyorum.
Sonra büyüyorum,büyüyorum..Nasıl büyüdüğümü fark etmeden,çocukluğumla vedalaşamadan,ona sıkı sıkı sarılıp’ seni özleyeceğim’ diyemeden,özleyeceğimi bile bilemeden büyüyorum.Ellerime artık daha çok çakıl taşı sığdırabiliyorum.Kumlara bastığımda kocaman ve derin ayak izleri bırakabiliyorum.Ama duygular kalbimi,her yeri eskisi gibi kaplamıyor .O bedenimde küçük bir yerde durarak atmaya devam ediyor.Yine mutlu olduğum anlar oluyor,beni güldürecek nedenler buluyorum,seviyor,seviliyorum…Çocukluğumdaki gibi değil.O kadar tek başına değiller artık duygularım.Hepsi birden sığmaya başlıyor.Mutluyken mutsuzluklarımın hüznünü de içine sığdırıyorum.Severken,ayrılık acısını da harmanlıyorum.Öyle çok basit şeylere kahkahalarla gülemiyorum.Dalgalar çarpınca kaçak bir gülümseme beliriyor yüzümde,çocukluğumdaki gibi değil .Alışmışlıkla bakıyorum.Uyandığımda yeniden doğmuş gibi uyanmıyorum.Bir önceki günün yaşanmışlıklarıyla yeni güne merhaba diyorum.Saatler her yanımda tik tak sesleriyle beni takip ediyor. Zamanın hırsızlığından kaçamıyorum.Ben zamanı, zaman beni kovalıyor.Geçmişi ve geleceği düşünmeden bugünü yaşayamıyorum.İnsanlara öyle çabucak inanamıyorum.En kötüsü artık,annemle melekler şehrinde olamıyorum.Onun söylediklerine kanmayı istiyorum,yetinemiyorum.Artık sırlarımı annemden saklayabiliyorum…..
Sevil