31 Ekim 2009 Cumartesi

Aynı anda bir kaç yerde yaşıyor olabilir miyiz?


BBC yapımı 45 dak süren bir video ve sadece bir teori ,yine de çok ilginç

24 Ekim 2009 Cumartesi

Ruhunuzun derinliklerine yolculuk



Başka bir kitap okurken, akşam üstü alışverişe çıktığımda bir kitap beni kendisine çekti ve satın aldım.Zaman zaman bir kitabı bitirmeden bu merakla yeni aldığım kitaba öncelik veriyor,okuyor ve yarım kalan kitabıma dönüyorum.Bu da öyle oldu.Richard Bach ile tanışıklığım yıllar öncesi yine bir tesadüfle olmuştu.Ne kimseden övgü ne kulak aşinalığı olmadan ,nedendir bilmeden sahip olduğum MARTI adlı kitabın yıllar sonra çok konuşulan ve bir çok kimsede çok iz bırakan bir eser olduğuna tanıklık etmem şaşırtıcıydı.Bilinçli olmadan böyle güzel seçimler yapmamı doğru içgüdülerime mi bağlamalıyım bilmiyorum.Çok yaşadığım durumdur kitaplar konusunda çünkü.Neyse Martı dan yıllar sonra Richard Bach ile terennüm etmemiz

( yadırganmasın Terennüm kelimesinin sözlük anlamını biliyorum.Müzik ile ilgili bir tanımlama olduğunu da! Bunu özellikle kullandım çünkü böylesi kitaplarla geçirdiğim zamanı ben sevdiğim bir müziğin tınısını mırıldanmaya benzetiyorum. )

Hipnozcu yla oldu. Bu akşam aldığım kitabı bir solukta okumama sebep olan romanın ilginç bakış açısı.Okuduktan sonra internette okuduğum yorumların bazılarında her ne kadar çok acımasız eleştirilere denk gelsem bile benim görüşüm insanı düşünmeye sevkeden bir kitap olarak bile önem taşıması.Richard Bach yazarlığa başlamadan önce pilotluk yaptığı için neredeyse bütün kitap kurguları uçma üzerine kurulu.Bu romanın kahramanı da hayatını uçuş dersleri vererek kazanan bir pilot olan Jamie Forbes .Her şey havada pilotu ölmüş bir uçağı uçaktaki yolcu kadına indirmesine yardımcı olmakla başlıyor.Sonra yardım dediği şeyin hipnoz yani önerme olduğunu ,hayatımızı bu önermelerin yönettiği kanısına varıyor.

Kitaptan alıntı:
Kendi kendimi hipnotize ediyor olsaydım' diye düşündü.Etrafında hengi önermelerin,gerçekleştiğini görmek isterdim?
Haritaya düzgün harflerle yazmaya koyuldu:
Etrafımda olan her şey iyinin her türüne doğru gelişme gösterecek.
İnsanlar bana ,benim onlara olduğum kadar,nazik olacaklar .
Rastlantılar beni,öğreneceğim dersleri olan ve benden öğrenecekleri dersler olan insanlara yönlendirecek.
Karar vererek seçtiğim insan olabilmek için gereksindiğim hiç bir şeyden mahrum kalmayacağım.
Bu dünyayı kendimin yarattığını ,ne zaman istersem kendi kararlarımla değiştirebileceğimi,iyileştirebileceğimi unutmayacağım.
Zaman içinde dünyamın tıpkı planladığım şekilde değişmekte olduğunun onaylamalarını göreceğim ve düşlediğimden daha iyi değişimler bulacağım.
Her sorunun yanıtı gayet net ,hızlı ve beklenmedik yolla gelecek.
Kalemi haritadan çekip yazdıklarını okudu.Hiç de kötü bir başlangıç değildi.Kendi hipnozcusu olsa ,kendisinin o önermeleri yapmasını isterdi.(s.129)

22 Ekim 2009 Perşembe

Terkediş..



''Hadi baba,geç kalıyoruz !''dedi boş salonda yankılanan güçlü ses.Orta yerde bantlanmış kolilerin arasında ,güçlükle duran ayaklarına direnerek ;''Siz inin aşagıya ben geliyorum!''diyebildi.Gürültüyle kapanan kapı sesinin ardından yavaşça yola bakan pencereye doğru yürüdü.Yer yer boyası çıkmış,beyaz yağlıboya pencerenin ardında görünen sokağa baktı.
Mehmet usta ,dükkanı açmış çaycıya bağırıyordu yine.Yanındaki fırından gelen hamur kokusunu içine çekti.Okula giden çocuklar ,peynirli poğaça için fırının önünde bekleşiyorlardı.Beklemekte haklılar diye düşündü.Bu fırının poğaçasına benzemezdi diğerleri.Geçen arabalar,dar sokakta ilerlemek için yavaşlar ,acelesi olanlar basardı klaksona sinirle.Hep kızardı bir zamanlar ,bu sokakta oturanlara saygıları yok bunların diye.Ama bu sefer kötü gelmedi klakson sesleri de.
Sendeledi bir an.Pencerenin pervazına dayadı ellerini.Bir kaç sene öncesine kadar, sabah ezanının ardından ,ağır aksak da olsa çıkıyordu dışarı.Tanıdık,dost yüzlere rast gelir, sohbet eder ,dönerdi eve.Ama artık ne ışığını azaltmış gözleri ,ne de yorgun bacakları izin veriyordu buna.Hayata açılan penceresiyle avunurdu.O pencerenin ardında zamanın telaşına tanık olur ,uzun gelen gündüz ve gecelerine hislenirdi..Hanımı söylenirdi durmadan.
''Ne bulur bakarsın bu pencereden saatlerce?,Anlamıyorum!'' diye.Ses vermezdi.Yorgun olan;Sadece kendisini taşımayan bedeni değil, ruhuydu aynı zamanda.Anlatmak istese de, anlatamazdı bu pencerenin ona arkadaşlığını.Azar azar alabildiği ,veresiye uykularının üzerine kokusu sinmiş tanığıydı çekyatı bile.Kendisine hiç sormadan eskiciye vermişleri onu da!.Hiç uyuyamazdı artık ,hiç alışamazdı yenisine biliyordu.Bedenini doğrultmaya çalıştı yavaşça.Bu kez pencereye sırtı dönük, toplanmış eşyalara baktı.Her biri; Paketlediği hüzünleri ,kahkahaları ,bir ömrü tükettiği anıları saklamıştı sanki.Bir an önce bu içini acıtan manzaradan kurtulmak için, dış kapıya doğru yürüdü.Tam kapı kolunu tutmuştu ki! Sol tarafta duvara yapıştırılmış eski aynada gördü yüzünü.Kır saçlarına ,solgun yüzüne ,kırışıklıklar içinde kaybolmuş yeşil gözlerine baktı.Bu yüzü kim görse ,acı ve mutsuzluğun resmine tanık olurdu.Parlaklığı bozulmuş ,sırları dökülmüş aynaya uygun bir resimdi yüzü.Ne işe yararsın diyen bir iç çekişle omuzlarını silkti.Dışarı çıktı.Son kez sokağına baktı.Kasabına ,manavına ,bakkalına.
Hanımdan gizli ,kaçamak yaptığı dost kahvesine .Yeni bir yere alışamayacak kadar eskiydi.Çok uzaktan gelen denizin serinliğini yüzünde hissetti,kokusunu içinde.Yolun kenarında boy vermiş ,çınar ağacının gölgesine sokuldu.Can bulmak için ,titreyen sol elini, kendisi gibi yaşlı ağacın gövdesine yasladı.Rahmetli babasının,yıllar önce hafızasına miras bıraktığı ama hiç bu kadar anlamlı duyumsamadığı,cümleler geldi aklına.
Gitmeler zordur alışılandan
Bağlanırsın istemesen bile ;
Kenarından,kıyısından.
Sancılı olur bırakmak ,geçmişini ,yokluğa akıtmak.
Gitmeler yoldur;Yıkılandan,savrulandan.
Mesafesi nefes keser ,bitmek bilmez .
Ancak anlarsın;Acının son bulduğu anı,
Ömrü tamamlanandan.

SEVİL

20 Ekim 2009 Salı

Çiçeklerim



Papatyaları severim.Ne zaman dışarıya çıksam ,köşe başında duran çiçekçiyle hem sohbet eder hem çiçeklerimi alır dönerim evime.''Siftah etmedim bugün abla '' dedi bugün yine.Akşama kadar çiçek satabilmek ve evini geçindirmek için bekliyor biliyorum.Kimse evine çiçek almıyor artık pek.Özel bir günü kotarmak adına satın alınıyor çiçekler.Ne kadar ruh taşıyor bu anlamda bilmiyorum.Birilerinden gelen sevgi dolu sözlerle verilmiş çiçeğin değerini yadsımıyorum ama kendime hediye aldığım çiçeklerden de ben bir o kadar keyif alıyorum.Sevgiyle bakıyorum kahvemi yudumlarken ve bir arkadaş sohbetinde göz ucuyla bakarken çiçeklerime.Ruhu şenlendirmeye bir vesile diyorum ben evde ıslanan ,kokusunu salan çiçeklere.Papatyaların bile ayrı bir dağ esintiyle gelen bahar kokusu oluyor kendine özgü.Çiçekleri bu kadar sevdiğimden o çiçekleri kucaklayacak vazolarda ilgimi çekiyor tabii ki ! Bu epeyce önce Mudo mağazalarında gördüğümde düşünmeden satın aldığım bir vazoydu.Değişik tarzıyla evimi süslemeyi çok sevdiğim bu cam vazoya en uygun papatyalar ve karanfiller oluyor sanki.Sapları kısa ,çiçekleri suya yakın olduğu içinse daha uzun süre dayanıyorlar.

25 SÖZ

18 Ekim 2009 Pazar

Hadi bana denizi anlat.


Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşayan bir baba-oğul varmış. Baba tarlaya çalışmaya gittiğinde, oğlu da onunla gidermiş. Baba çalışırken, oğul geniş dallara sahip bir ağacın gölgesinde tek başına oyun oynar, babasını izler, ona su, ayran filan götürürmüş. Güneşin incecik ışıklarıyla dallarının arasından indiği ağacın serin gölgesinde birlikte yemeklerini yerlermiş.
Baba oğluna bir gün denizi anlatmış. En yakın deniz yaşadıkları köye çok uzakmış. Askerlik yaparken görmüş babası. Oğluna güzelleyerek anlatmış denizi. Çocuk kocaman açtığı gözleriyle dinliyormuş babasını.
Aradan günler geçmiş. Çocuk hep babasıyla gidiyormuş tarlaya. Ne zaman babası yemek için ağacın dibine gelse, çocuk “baba, denizi anlatsana” diyormuş. Babası da her defasında, ilk seferki gibi heyecanla anlatıyormuş. Çocuk, her seferinde, yeni duyuyormuşcasına dikkatle bakıyor ve dinliyormuş denizin güzelliklerini. Babası denizi o kadar güzel anlatıyor, o kadar iyi süslüyormuş ki, çocuk için bir efsane, mucizevi bir doğa harikası halini almış deniz.
Seneler böyle geçmiş. Baba yaşlanmış, oğul büyümüş. Bir gün, elinde iki otobüs biletiyle gelmiş babasının yanına. Hadi baba demiş, gidiyoruz. Nereye oğlum? Denizi görmeye.
Baba-oğul binmişler otobüse, düşmüşler yola. Bir gün sonra varmışlar denizin olduğu yere. Otobüsten inene kadar deniz görünmemiş. Sormuşlar yolu, varıp gitmişler en yakın sahile.
Karşılarında duruyor işte o deniz. Tüm uçsuz bucaksızlığıyla ve heybetiyle… Babası mutlulukla izliyormuş denizi. Hiç konuşmadan bakmışlar denize. Dakikalar saatleri kovalamış.
Güneş battı batacak. Baba dönmüş oğluna. İfadesiz bir yüz. Sanki boşluğa bakan, hiç bir şey görmeyen bir çift göz. Oğlu derin bir şaşkınlık ve hayal kırıklığının orta yerindeyken dönmüş babasına ve şöyle demiş: Baba… Baba, hadi bana denizi anlat.

Charles Aznavour ve Yirmili Yaşları anlatan şarkısı


Fransa’ nın Frank Sinatra’sı Charles Aznavour un aşk şarkılarını çoğunuz bilirsiniz.Dinlerken sözlerini anlamasanız da duyguyu verir insana.Charles Aznavour un en sevilen şarkısı kuşkusuz
‘’ La Boheme ‘’.Daha dün yirmi yaşındaydım diye başlar.Jen –Marc Vallee in 2005 yapımı C.R.A.Z.Y adlı filminde,babası Zac’a yirminci yaş gününde ,pikaptaki Aznavour un sesiyle eşlik ederek bu şarkıyı söyler ve bu şarkı senin için yazılmış der.Bu şarkı yirmili yaşların özlemiyle ,o zamanların değeri bilinmez gençliğini anlatır.(Tesadüf mü bilmiyorum bu şarkının süresi de tam olarak 2 dakika 20 saniyedir.)Yirmili yaşlar çoktan geride kaldığında mutsuzluklar bile ,tuhaf bir keyifle hatırlanan toyluklar olarak kalır.Hep yarım kalmışlıklarla doludur.İşte bu şarkının Fransızca sı ve bulduğum Türkçe tercümesi:
je vous parle d'un temps
que les moins de vingt ans
ne peuvent pas connaître
montmartre en ce temps-là
accrochait ses lilas
jusque sous nos fenêtres
et si l'humble garni
qui nous servait de nid
ne payait pas de mine
c'est là qu'on s'est connu
moi qui criait famine
et toi qui posais nue

la bohème, la bohème
ça voulait dire on est heureux
la bohème, la bohème
nous ne mangions qu'un jour sur deux

dans les cafés voisins
nous étions quelques-uns
qui attendions la gloire
et bien que miséreux
avec le ventre creux
nous ne cessions d'y croire
et quand quelque bistro
contre un bon repas chaud
nous prenait une toile
nous récitions des vers
groupés autour du poêle
en oubliant l'hiver

la bohème, la bohème
ça voulait dire tu es jolie
la bohème, la bohème
et nous avions tous du génie

souvent il m'arrivait
devant mon chevalet
de passer des nuits blanches
retouchant le dessin
de la ligne d'un sein
du galbe d'une hanche
et ce n'est qu'au matin
qu'on s'assayait enfin
devant un café-crème
epuisés mais ravis
fallait-il que l'on s'aime
et qu'on aime la vie

la bohème, la bohème
ça voulait dire on a vingt ans
la bohème, la bohème
et nous vivions de l'air du temps

quand au hasard des jours
je m'en vais faire un tour
a mon ancienne adresse
je ne reconnais plus
ni les murs, ni les rues
qui ont vu ma jeunesse
en haut d'un escalier
je cherche l'atelier
dont plus rien ne subsiste
dans son nouveau décor
montmartre semble triste
et les lilas sont morts

la bohème, la bohème
on était jeunes, on était fous
la bohème, la bohème
ça ne veut plus rien dire du tout
yirmi yaşın altındakilerin bilemeyeceği
zamanlardan söz ediyorum size.
o vakitler montmartre; leylaklarını,
pencerelerimizin altına kadar asardı.
bize yuva olan fakirhanemiz
beş para etmese de
tanıştığımız yerdi orası.
ben açlıktan bağırırken,
sen çıplak poz veriyordun.

bohem, bohem
mutluyuz demekti

bohem, bohem
ancak iki günde bir yemekti.

komşu kafelerde,
şöhreti bekleyen birkaç kişiydik
kazınan bir mide ve sefaletimize rağmen
inancımızı yitirmiyorduk.

ve bazı bistrolarda
sıcak yemek karşılığında
bir tuval alıyor,
sobanın etrafında toplanıp
dizeler döktürüyorduk.

bohem, bohem.
"güzelsin" demekti
bohem bohem.
deha hepimizdeydi.

çok zaman şövalemin önünde
bir göğüs çizgisinin
bir kalça kıvrımının
desenlerini düzelterek
beyaz geceler geçirirdim.
ancak sabah olunca,
birer kafe-krem alıp otururduk:
tükenmiş ama hoşnut,
birbirimizi sevmeli,
yaşamı sevmeliydik:
bohem, bohem
yaş yirmi demekti
bohem bohem
hepimiz o zamanın havasına girmiştik.

günlerden bir gün tesadüfen;
eski adresime yolum düştü.
gençliğimi görmüş duvarları, yolları
hiçbirini çıkaramadım.

bir merdiven üstünden,
artık eser kalmamış atelyeyi aradım.
yeni dekoruyla üzgün gibi geldi montmartre
ve leylaklar ölmüş.

bohem, bohem
gençtik, çılgındık.
bohem, bohem
hiçbir şey ifade etmiyor artık.

Tuzla ve Şelale Cafe




Doğa cennetindeydik

Kahvaltı Keyfi Tuzla' da

Haftanın son gününün sabahı çıktık evden kahvaltımızı Tuzla nın sevimli ve doğayla iç içe mekanlarından Şelale Garden Cafe de yaptık.İstanbul karmaşasından uzak,trafik gürültü olmadan hafif çiseleyen yağmur eşliğinde çaylarımızı yudumlarken oğlum kazları simitle beslemenin keyfine vardı.Onları izlemek gerçekten harikaydı.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Sergiden Bir enstantene


Caddebostan Kültür Merkezi nin merdivenlerinin sonuna geldiğimizde yaratıcı bir fikrin oluşturduğunun belli olduğu kırmızı halıya basarak girdik içeriye.Buna kırmızı halı denirse tabii.! Kırmızı halıda yürüyerek sergiye yol alıyorsunuz ancak sanatın içine yol alırken , ,duvara asılı beyaz gömleğin yakasından boylu boyunca sarkan kravat oluyor ayaklarınızın altına serilen kırmızı halı .Ne kadar hoş değil mi?Kim düşündüyse harika bir fikir.:)Bunun tasarımcısı ne düşündü bilemem ben bir fikir üretmeden geçemeyeceğim.
Kırmızı halı ;Önemli kişilerin onurlandırılması adına bir jest yerine geçmiştir nedense .Sanatın içine kırmızı halı girdiğinde bu ancak medeniyetin simgesi bir kravattan oluşabilir dendi heralde.

Göçzede Çocuklar






İstanbul da olamayanlar,gelemese bile bu güzel projelerinden birine, en azından benim acemi fotoğraflarımla; Gözlerinde canlandırarak küçük bir gezinti yapabilsinler diyerek daha fazlasını ekledim.

16 Ekim 2009 Cuma

Göçzede Çocuklar







Bunlar benim sergiden çektiğim resimlerden bazıları.Güzel bir proje için sanata verilen önemi de vurgulayan bu sergi gerçekten önemli.Sanatın ve sanatcının duyarlılığıyla umarım amacına ulaşır.
Göç mağduru çocukların daha iyi eğitim görmesi için Mimder'in İstanbul’da (Caddebostan Kültür Merkezi' nde ) açtığı sergi ile Silvan 100. yıl İlköğretimin okuluna ek iki derslik yapılacak.
Türkiye'nin kanayan yarası olan GÖÇ sorunuyla karşılaşan MimDer yeni bir proje başlattı. Rapora göre Kadıköy'ün en çok göç aldığı illerden biri olan Diyarbakır ili Silvan ilçesi pilot bölge seçildi. MimDer, Türkiye'nin kanayan yarası göçe çare olmak ve örneklik sergilemek için bu ilçede başlatılan GÖÇSEK(Göçe Sebep Kalmasın) projesinin alt projesi olan “Eğitime Destek Verelim” kapsamında yapılmakta olan okul yapımı için, Türkiye'nin önde gelen sanatçılarını MİZ Doğal Ürünleri'nin işbirlikçi katkılarıyla aynı sergide buluşturdu.



Devrim ERBİL, Mehmet GÜRELİ, Ekin ONAT, Tufan KARTAL, Selçuk FERGÖKÇE, Mehmet ÖZBİLİR, Seydi Murat KOÇ, Buket GÜRELİ gibi 100'ü aşkın sanatçının yer aldığı karma sergi Tamer Karadağlı ve Arzu Balkan tarafından açıldı. Türkiye'nin sanat hayatına yön veren ünlü isimler, eserleriyle bu kez yüzlerce çocuğun eğitim hayatına katkıda bulunacak.



“100 Sanatçı 100 Eser” adlı sergide, resim, heykel, fotoğraf ve enstelasyon sanatçılarının bağışladığı eserler satışa sunuluyor.



Kısa adı GÖÇSEK olan “Göçe Sebep Kalmasın Projesi” kapsamında düzenlenen sergide, satışa sunulan eserlerden elde edilecek gelir ile Diyarbakır ili Silvan ilçesinde 100.Yıl İlköğretim Okulu'nda yaptırılmakta olan iki ek derslik ve anasınıfından oluşan ek bina yapımına katkıda bulunulacak.

( Haber Diyarbakır)

CKM de açılan 100sanatcı 100 eser adlı sergi 17 ekime kadar açıkmış İstanbul daysanız kaçırmayın .

Edebiyat Şöleni Tadında Tiyatro

W.Shakespeare’den uyarlayarak Kemal Kocatürk yönettiği ‘’ Aşk sözleri’’ adlı oyunu izlemek gerçekten çok büyük keyifti. Deniz Çakır, Mihrace Yekenkülüğ, Eren Balkan, Ali İl, Erkan Pekbay ve Kemal Kocatürk ün oyunculukları inkar edilmeyecek kadar başarılıydı.Hatta hatta bundan önce izlediğim ,bazı benim diyen tiyatro oyuncularının vasatın altında oyunlarını ,şahsi kanaatimce sırf isimlerine sığınarak dolu salonlara izletmelerine şahit olan biri olarak böylesi içi dolu ,başarılı bir oyunu seyircinin baş tacı etmesi ve görmezden gelmemesi kanaatindeyim.Oyun süresince ,her bir cümlenin altı çizilesi ve düşünülesi olduğu kabul edilirse bir cümleyi özümsemeye fırsat bulamadan diğer cümleler akıp gidiyor ,böylece oyuna öyle bir kaptırıyorsunuz ki kendinizi oyun sonunda müthiş bir film izlemiş veya bir kitap okumuş gibi hissederek ayrılıyorsunuz.Kemal Kocatürk oyun süresince öyle farklı kimliklerde karşımıza çıkıyor ve her bir kimliğin resmini oyunculuk olarak bizlere öyle güzel çiziyor ki, tek kişide saklanmış bir bir ortaya çıkan değişik karakterler görüyorsunuz .Aslına bakarsanız,oyun boyunca ,Deniz Çakır (yaprak dökümü nün ferhunde si)Mihrace Yekenkülüğ,Eren Balkan ,Ali İl,Erkan Pekbayda da bu aynı özellik kendini gösteriyor. İnternette oyunun tanıtımı şu şekilde:

“Aşk sözleri”, binlerce yıldır insanoğlunun tartıştığı ve bir sonuca varamadığı “aşk” kavramını Shakespeare’in izinde yeniden tartışmaya açtı. “Aşk” kavramını, Shakespeare’in en tanınmış eserlerinden “Romeo-Juliet, Hırçın Kız, Othello, III.Richard, Kısasa kısas, Macbeth, Hamlet ve Bahar Noktası” üzerinden bir kez daha irdelemeyi seçerken şiirin, felsefenin, edebiyatın da yardımıyla “aşk”ı görünür kılmayı hedefledi. “Aşk” kavramının tartışmasında tarafsız kalınamayacağını, sizleri de bu tartışmanın içine çekerek ve de kıyasıya yapılan bu tartışmanın hakemi ve taraftarı olmanızı sağlayarak bunu yapacağından emin olunuz. Oyun bittikten sonra bile oyunu bitiremediğinizi göreceksiniz. Çünkü hiç değilse hayatınızda siz de bir kez olsun aşık oldunuz ya da olmayı denediniz veya olamadınız. Ama bu oyunla mutlaka taraf olacaksınız. Size bir küçük tavsiye: yanınızda mendil getirmeyi unutmayın. Trajedi sizi ağlatamadıysa oyunun komedisi bunu mutlaka başaracaktır.(Alıntı) ‘’

Bu açıklama az çok size oyunun başlığı hakkında bilgi verebilir ama izlemeden bu büyüyü hissedebileceğinizi sanmıyorum.) Bu güzel akşamı yaşayabilmeme sebep olan güzel Aslıhan’ cığımın sahnede ,gösteri süresince çellosuyla oyunu daha da renklendirdiğini söylemeden geçmek büyük bir eksiklik olur.Sanatın bu yönünün lezzetini de, sevdiğim bir arkadaşımın kızından yaşayabilmenin zevkini gelin siz düşünün. Bu kadarla da bitmiyor.Yıllardır sahnelerde ve televizyonlarda izleme olanağı bulduğum büyük tiyatro duayeni saydığım Göksel Kortay ile tanışabilme ve ayak üstü sohbet edebilme olanağı bulmanın şansına erişmek gecenin güzelliğine güzellik katan nedenlerden.Hele birde oyun içinde yer alan Can Yücel in şiiri,Kemal Kocatürk ün yorumuyla hala kulaklarımda:
gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver?..
şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna,
ondan haber ver?
koyma bir kenara yüreğini,
aç kapılarını, gelene geçene yol verme girsin diye içeri
ama gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.
Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında, bırak aksın yollarına.
yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
sen inan yüreğine, hem ona geçmezse kime geçer sözün?.. büyü büyü...
bak ellerin ayakların kocaman. aklın da maaşallah yerinde,
e ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,
boşver yaşı başı, aşk var mı aşk,
sen ondan haber ver?
takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
o çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir kış günü, öl gitsin...
parayı pulu savurup, bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
savrul gitsin...
Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim, kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git, ister bir duvara,
ister bir od aya, ister kıra bayıra vur da git.
Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
seveceksen ve öleceksen uğruna...
yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa...
yaş 70'e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
sen mi biteceksin?
çekeceksen bile bayrağı,
yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?
Can Yücel

13 Ekim 2009 Salı

EnRİcO Macias


ADIEU MON PAYSJ'ai quitté mon pays,
j'ai quitté ma maison
Ma vie,ma triste vie se traîne sans raison
J'ai quitté mon soleil,
j'ai quitté ma mer bleue
Leurs souvenirs se reveillent bien après mon adieu
Soleil, soleil de mon pays perdu
Des villes blanches que j'aimais,
Des filles que j'ai jadis connu
J'ai quitté une amie, je vois encore ses yeux
Ses yeux mouillés de pluie, de la pluie de l'adieu
Je revois son sourire si près de mon visage
Il faisait resplendir les soirs de mon village
Mais du bord du bateau qui m'éloignait du quai
Une chaîne dans l'eau a claqué comme un fou
J'ai longtemps regardé ses yeux bleus qui fuillaient
La mer les a noyé dans le flot du regret
ELVEDA ÜLKEM
Ülkemi terkettim,
evimi terkettim
Hayatım, hüzünlü hayatım sürünüyor sebepsiz
Güneşimi terkettim, terkettim mavi denizimi
Hatıraları uyanıyor veda edişimden çok sonra (bile)Güneş,
kaybolan ülkemin güneşi
Sevdiğim beyaz şehirler
Bir zamanlar tanıdığım kızlar
Bir arkadaşı terkettim, hala görürüm gözlerini
Yağmurdan, veda yağmurundan ıslanan gözlerini,
(Onun) gülüşünü tekrar görüyorum yüzüme bu kadar yakın
(Gülüşü) ışıldatırdı köyümün akşamlarını
Ama beni limandan uzaklaştıran geminin güvertesinden
(uzanan)bir zincir çılgın gibi şıngırdadı suda
Uzun süre bakakaldım (onun) gittikçe uzaklaşan mavi gözlerine
Deniz silip attı onları pişmanlığın (ayrılığın) dalgasında


Şu ara okuduğum Mario Lewi imzalı ''Karanlık çökerken neredeydiniz?''adlı kitabın bölümlerinden birinde bahsi geçen bu şarkıyı dinledim.Hem kitabın içindeki hikayeye hem başka ülkelere gittim geldim.Kitap ;Bir zamanlar hayatına girmiş ,yolları ayrılmış ,savrulmuş ,içlerinde yer etmiş arkadaşlıkların dostlukların yıllar sonra tekrar bir araya gelmesiyle,geçmişi bugünün izlerine uydurma çabasını anlatıyor bir bakıma.Geçmişten bugüne yaralı taşınmış, kırık dökük bir sevdanın da izini süren roman kahramanı ,onu bularak ,kaybolmuş kimliğine kavuşması için ,anıları (bu müzik dahil) bir bir yaşatarak geri döndürmeye çalışıyor.Ona yardım ederken kendi yaralarıyla yüzleşmeyi de ihmal etmeyerek üstelik.

11 Ekim 2009 Pazar


Davide Vercelli imzalı tasarım musluğun estetiğine hayran kalmamak elde değil.Bir kadın olarak böylesi zerafeti görmezden gelmek imkansız.
Daha fazlası için

Çok keyifli olacağı kesin


Bu Teknoloji BayanLarın Çok hoşuna Gidecek :)
Yükleyen tucicik. - Güncel bilim ve teknoloji videoları.

Biz kadınlar için giyinmek ,yemek içmek kadar kışkırtıcı ve hayati bir ihtiyaç.Sevmesek de mağazada bize yakışanı alabilmek için verdiğimiz uğraşı bu yeni teknoloji sayesinde azaltacağız gibi görünüyor.Ne zaman ve nasıl bu teknolojiye kavuşuruz bilmiyorum ama hayali bile güzel :)

Güzel bir gündü


Bu hafta içi Sapanca da arkadaşımın yazlığında geçirdiğim o dingin ve huzurlu bir o kadar da keyifli anlar ilaç gibi geldi ruhuma.Eşsiz bir manzara eşliğinde yaptığımız sohbetler ,kahve ve çay keyfimiz resme nasıl da yansımış öyle değil mi?:)

Dostluk üzerine

Bugün Elif Şafak ın bir yazısını okuduğumda için ısındı ve dostluklarımı ,dostlarımı düşündüğümde kendimi çok şanslı hissettim.Bu yazı sevginin ve dostluğun insanı besleyen yanını derinlerde hissettiren sıcaklığı verdi içime.
KADİFE DOSTLUKLAR DİKENLİ AŞKLAR

Dost,türkçenin en güzel kelimelerinden,yalın ,şeffaf ve tatlı;İnsanın ağzında akide şekeri gibi eriyen ,''Dost''başka,''arkadaş''başka.Keza ''yoldaş'',''kardaş'',''ruhdaş'',''rüyadaş''başka.Öyle güzel ayrıntılar var ki dilimizde,başka dillerde karşılığını arasanız kolay kolay bulamazsınız.''Sevgi''başka ''aşk'' başka.Arkadaş bir esinti ise ferah ve latif;dost kuvvetli bir rüzgar demek,bir deligüzel yel,,saçıp dağıtan,tutup silkeleyen.Arkadaş çiseleyen bir yağmur ise ,dost bir fırtına demek.Parçaları yerinden söken ,tozu dumana katan,insanı sarsıp kendine getiren...O yüzden bu kadar azdır gerçek dostlar.Doğası gereği.O yüzden sarılmak gerek sıkı sıkı dostluğun kadife ipine.Ve kulak vermek nabzına ,ritmine.
Dostların arasında olmak çöl ortasında kendini yemyeşil bir vahada bulmak gibidir.Kuruyan dilin suya doyar ,daralan yüreğin ferahlar ,içindeki karamsarlık sisi perde perde kalkar .Dost umut demektir .Faniliğinle,eksikliğinle,kusurlarınla ,takıntılarınla çok daha barışık hale getirir seni.Dostun seni seviyordur ya ,aynen bu halinle seviyordur ya ,sen de kendini daha çok sevmeye başlarsın.Onun gözünden kendine bakarsın.Bir damla içersin dostluğun iksirinden,dünyaya bakışın değişir.Bir yudum daha sırtın dikleşir,özgüvenin pekişir.Dost hekimdir,lokmandır,şifacıdır.Herkese karşı billur bir köşk yahut camdan bir parça olan kalbin ,dostunun elinde lastik bir top oluverir.Dost atar topu yere,vurur duvardan duvara ,gene de bir şey olmaz .Lastik top seker zıplar ama kırılmaz.Dost yalakalık yapmaz ,lafı dolandırmaz ,diplomasi falan bilmez ,çat diye söyler meramını ,sözünü sakınmaz.Onun yergisinde iltifat,siteminde sevgi saklıdır.Dost ne dese kızılmaz .Ona kırılmak olmaz.Dosta açılan kredi ,yürek kredisidir.Faizsiz,peşinatsız.Ve yürek kredisinin ne dibi vardır ,ne bitimi.