20 Ocak 2010 Çarşamba

Halil Cibran


SEVİNÇ VE KEDERE DAİR
Sonra bir kadın dedi ki;Bize sevinçten ve kederden söz et.
Ve o yanıtladı:
Sevinciniz maskesinden sıyrılmış kederinizdir.
Şimdi kahkahalarınızın yükseldiği o kuyu ,çokça zaman gözyaşlarınızla dolmuştu.
Başka nasıl olabilir ki?
Kederin varlığınızda açtığı oyuk ne kadar derin olursa,taşıyabileceğiniz sevinç o kadar çok olur.
Şarabınızı koyduğunuz şu tas ,çömlekçinin fırınında kavrulup pişmedi mi?
Ruhunuzu yatıştıran şu lavta,bıçaklarla oyulmuş ağacın ta kendisi değil midir?
Sevinçliyken yüreğinizin derinliklerine bakın,sizi şimdi sevindirenin,sizi bir zamanlar üzenden başka bir şey olmadığını göreceksiniz.
Kederli olduğunuz zaman yine yüreğinize bakın aslında,bir zamanlar mutluluk kaynağınız olan için ağladığınızı göreceksiniz.
Kimileriniz,'Sevinç,kederden büyüktür 'derken,kimileriniz de 'Hayır büyük olan kederdir ' diyorlar.
Oysa ben size diyorum ki ,ikisi birbirinden ayrılmaz.
Sevinç ve keder birlikte gelir.biri sofranızda sizinle,birlikte otururken,diğerinin yatağınızda uyumakta olduğunu hiç unutmayın.
Gerçekte ,kederiniz ve sevinciniz arasında terazi gibi asılı duruyorsunuz.
Sadece kefeler boşken hareketsiz ve dengedesiniz.
Hazinedar altınlarınıve gümüşlerini tartmak için sizi kaldırdığında ,ya sevinciniz ağrı basar ya da kederiniz..
Halil Cibran (Ermiş)

Zeynep Sağdaş

12 Ocak 2010 Salı

Dört Anlaşma (Toltek bilgelik kitabı)



Bazı kitaplar vardır.Okursunuz bir süre sonra elinize aldığınızda tekrar keyifle okuyabileceğiniz şeyler bulursunuz.Don Miguel Ruiz in ‘Dört Anlaşma’ benim için, böyle ara ara buluştuğum bir kitap.Toltekler olarak bilinen Meksika Kızılderililerinin benimsediği öğretilerden oluşan bir kişisel gelişim kitabı bahsettiğim.Toltekler;M.S 10.yy da orta Meksika bölgesinde kurdukları devleti oturttukları adalet ve hoşgörü kavramları sayesinde parlak bir medeniyete sahip olmuşlardır.
Hiçbir şeyi kişisel algılamayın!
Bundan sonraki üç anlaşma aslında ilk anlaşmadan doğar.İkinci anlaşma,hiçbir şeyi kişisel algılamamaktır.
Etrafınızda olan biten,hiçbir şeyi kişisel algılamayın.Daha önce verdiğimiz bir örneği kullanalım.Sizi caddede gördüğümde ,sizi tanımadığım halde,’Hey,sen bir aptalsın’dersem bu sizinle değil,benimle ilgilidir.Eğer bunu kişisel algılarsanız,aptal olduğunuza bile inanabilirsiniz.Belki de şöyle düşünürsünüz:’O aptal olduğumu nasıl biliyor?İçimi mi görüyor
Yoksa ,herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu?’
Kişisel algılamak ,ancak söylenen şeye katılmakla mümkündür.Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda,zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz.Sizin bu tuzağa düşmenizin nedeni ‘bireysel önemlilik ’denilen şeydir.
Bireysel önemlilik ye da kişisel algılamak ,bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir.Çünkü her şeyin ‘kendimizle ilgili’olduğunu varsayarız.Eğitim sürecimiz içinde,ehlileştirme sürecimiz içinde her şeyi kişisel algılamayı da öğreniriz.Her şeyin merkezinde kendimizin olduğunu düşünürüz.Ben,ben,ben,daima ben!
Diğer insanlar merkeze sizi koyan hiçbir şey yapamaz.Yaptıkları her şey kendileriyle ilgilidir.Herkes kendi rüyasını yaşar.Kendi zihinlerinde oluşturduğu rüyayı yaşar.Bu rüyalar bizim rüyamızdan tümüyle farklıdır.
Bir şeyi kişisel algıladığınızda ,onların bizim dünyamızın nasıl olduğunu bildiklerini varsayarız.Ve kendi dünyamızı onların dünyasına empoze etmeye çalışırız.
Durumun son derece kişiselleşmiş gibi göründüğü anlarda bile,başkaları size direkt hakaret ediyor olsa bile,yine de sizinle ilgisi yoktur.Söyledikleri ve yaptıkları şeyler,dile getirdikleri fikirler kendi zihinlerinde yaptıkları anlaşmalar doğrultusundadır.Kişilerin bakış açıları ,ehlileştirme sürecindeki programlamalarından oluşur.
Birisi size,’Hey sen çok çirkinsin’ dese bile bunu kişisel algılamayın.Çünkü gerçek şu ki bu kişi kendi duygu,düşünce ve inançlarını ifade ediyor.Bu kişinin size gönderdiği zehri kabul edip etmemek,kişisel algılamayla ilgilidir.Eğer zehri kabul ederseniz,onu size ait kılarsınız.Kişisel algılamak, sizi kara büyücüler için kolay bir av haline getirir.Kara büyücüler sizi küçücük bir fikirle kolaylıkla avlayabilirlerse,sizi istedikleri zehirle besleyebilirler.Sizde söylenenleri kişisel algıladığınız için zehri afiyetle yutarsınız.
Onların sizi besledikleri duygusal çöplük,artık sizin çöplüğünüz haline gelir.Oysa,hiçbir şeyi kişisel algılamadığınız sürece cehennemin ortasında bile zehirlere karşı bağışıklığa sahip olursunuz.Bu bağışıklık gücü size ikinci anlaşmanın armağınıdır.
Kişisel algıladığınızda söylenenlerden rahatsızlık duyarsınız ve kendi inançlarınızı savunarak tepki gösterirsiniz.Bu tepkiyle çelişkiler ve çatışmalar yaratırsınız.Küçücük şeyleri bile büyütür,pireyi deve yaparsınız.Çünkü haklı çıkmak ihtiyacını duyarsınız.Sizin haklı başkalarının haksız olmasını istersiniz.Haklı olmak için,kendi fikirlerinizi onlara dayatmak için büyük çaba gösterirsiniz.
Aynı şekilde,sizin hissettikleriniz ve yaptıklarınız da kendi bireysel rüyanızın,kendi anlaşmalarınızın bir yansımasıdır.Sizin söyledikleriniz,yaptıklarınız ve sizin fikirleriniz sizin anlaşmalarınız doğrultusundadır.Bu fikirlerin benimle bir ilgisi yoktur.
Sizin benimle ilgili düşündüklerinizin,benim için bir önemi yoktur.Sizin düşüncelerinizi ben kişisel algılamam.İnsanlar bana,’Miguel sen iyisin!’dediklerinde de kişisel algılamam,’Miguel sen en kötüsün!’dediklerinde de kişisel algılamam.Siz mutluyken bana ‘Miguel sen bir meleksin’diyeceğinizi bilirim.Ama bana kızgın olduğunuzda ‘Oh Miguel sen şeytanın tekisin!Çok kötüsün.Bu tür şeyleri nasıl söyleyebilirsin?’dersiniz.
Her iki halde de söyledikleriniz beni etkilemez.Çünkü ben ne olduğumu biliyorum.Kabul görmek onaylanmak gibi bir ihtiyacım yok.Birinin bana kim ve ne olduğumu söylemesine ihtiyaç duymuyorum.Hayır,hiçbir şeyi kişisel algılamıyorum.Sizin bakış açınız sizin dünyanızı yansıtır.Siz kendinizle uğraşırsınız,benimle değil.İnanç sisteminiz doğrultusunda oluşturduğunuz fikirleriniz,daima kendinizle ilgili,benimle değil.
Bana;’Miguel söylediklerin beni incitiyor’da diyebilirsiniz.Ama sizi inciten benim söylediklerim değildir.Söylediklerim sizin yaralarınıza dokunduğu için incinirsiniz.Sizi inciten sizsiniz.Sizi incitmiş olduğumu da kişisel algılamam.Bu size inanmadığım ya da güvenmediğim için değil,sizin dünyayı farklı gözlerle,kendi gözlerinizle gördüğünüzü bildiğim içindir.Filmin tümünü zihninizde yaratan sizsiniz.Bu filmde yönetmende,yapımcı da başrol oyuncusu da sizsiniz.Diğer herkes yardımcı oyuncudur.Bu sizin filminiz.Filminizi yaşamla yaptığınız anlaşmalara uygun olarak yaratırsınız.Sizin bakış açınız sizin için kişiseldir.Sizin bakış açınız sizin gerçeğinizdir.Başka hiç kimsenin değil.Bu yüzden bana kızdığınızda,kendinizle uğraştığınızı bilirim.Ben size kızmanız için bir mazeret olurum.Kızarsınız çünkü korkuyorsunuz,çünkü korkularınızla uğraşıyorsunuz.Korkunuz yoksa bana kızmanızda mümkün değildir.Korkunuz yoksa benden nefret etmeniz de mümkün değildir.Korkunuz yoksa kıskanç ya da üzgün olmanızda mümkün değildir.
Korkusuz yaşadığınızda,sevgiyle yaşadığınızda bu tür duygulara yaşamınızda yer yoktur.
Bu tür duyguları hissetmediğinizde,doğal olarak kendinizi iyi hissedersiniz.Siz kendinizi iyi hissettiğinizde etrafınızda ki her şey de iyidir.Etrafınızda her şey iyi olduğunda,bu size mutluluk verir.Etrafınızda ki her şeyi seversiniz,çünkü kendinizi seviyorsunuz.Çünkü olduğunuz gibi olmaktan hoşnutsunuz.Çünkü kendinizle doyumlusunuz.Çünkü hayatınızdan memnunsunuz.Yarattığınız filmden memnunsunuz.Yaşamla yaptığınız anlaşmalardan memnunsunuz.Huzurlu ve mutlusunuz.Her şeyin harika,her şeyin güzel olduğu bir boyutta yaşarsınız.Bu boyutta algıladığınız her şeyle her an sevişirsiniz................

8 Ocak 2010 Cuma

Nick Vujicic

haber - izlesene mutluyum yaşamayı seviyorum nick vujicic | izlesene.com

Bekir Coşkun ve Haluk Bilginer(ZAMAN)

Dün gece,Haluk Bilginer'in sahneye koyduğu;Şekspir Müzikali'ndeydim.Bir insan ömrünü yedi döneme ayrıştırarak,doğumdan ölüme;şekspir sözleriyle ne kadar da güzel anlatmış.Tolga Çebi'nin müzikleriyle,sahnede orkstranın güzel tınısı eşliğinde hayatınızın akışı gözünüzün önünde oynanıyor.Haluk Bilginer'e eşlik eden Tuğçe Karaoğlan,Evrim Alasya,Selen Öztürk,Zeynep Alkaya nın sesleri ve 'Soytarı' rolündeki başarıları sahneyi inanılmaz dolduruyor.Bu zamana kadar yapılan müzikallerden çok farklı olduğunu düşündüğüm bu oyunun, zamana gönderme yapan bölümlerinde,kimi zaman duygulanıyor,kimi zaman gülümsüyorsunuz.O oyundan çıkışta,insanın zamana nasıl yenik düştüğünü düşündüren yanını hazmetmeye çalışırken,bugün Bekir Coşkun'un bu yazısıyla iki günümü zamana ayırdım.Zamanın bana ayrıcalığı olmadığını sindire sindire hem de..
ZAMAN
'Zaman değişti' derdi babam...
Oysa ağarmış saçlarına,eğilmiş omuzlarına,derinleşmiş gözlerine bakardım da babam daha çok değişmişti zamandan.
Zaman yelkovanla -akrep arasında ya da takvim yapraklarında değildir..
Zaman iki nefes arasında,iki lokma arasında,iki uyanış arasında,iki gece,iki sabah arasında ,iki mevsim arasındadır.
Biri doğarken biri ölürken,iki ağlayış arasındadır zaman...
'Zaman ne kadar çabuk geçiyor' derdi babam...
Oysa geçen babamdı.
Günleri boş geçmişti,haftalar,aylar,mevsimler boş..
Bağlarındaki üzümden şarap basıp tadına bakmadan..
Aşkları doyasıya yaşayamadan..
İçinden geldiği gibi kahkahalar atmadan..
En sevdiği şeydi;Taşlarla küçük küçük havuzlar yapıp,çamurdan kanallarla su getirmek havuzlara,çocuklar gibi..O zamanlar henüz akarsuları kurumamıştı Tülmen'in..
Kısacası..
Birçok şeyi yaşayamadığını anlardım babamın;Eski şarkılar çalınca ağlamasından..
Ve ne babam zamanı doldurdu,ne de babamı bekledi zaman...
'Zamanı gelir' derdi babam..
Kimi zaman ben de boynumu büker'Zamanı gelir' derim...
Bu iki kelimelik sabır ve avunma sözcüğü demek ki miras kaldı bana babamdan.
Doğrusunu isterseniz çok şey de istemez bizim gibi insanlar;Hani sadece bomboş geçen bir yaşama yanmadan..
Karanlıklarda gizli gizli ağlamadan..
Diyelim ki dizlerimize vurmadan..
(..........)
Ne yapacaksınız...
Keşke o en son gün söylediğini en başta söyleseydi babam:
'O kötü bir yol arkadaşıdır..
Durup da kimseyi beklemez zaman...'
Bekir Coşkun

j'y suis jamais alle (Oraya hiç gitmedim)


İlk kez duyduğunuz bir müziğe yakın hissettiğiniz oldu mu kendinizi?Nerde nasıl yaşadığınızı bilmediğiniz bir hikayeye fon oluşturduğu duygusuna kapıldınız mı?Çok uzun zaman önce,bir reklam cıngılı olarak duyduğum bu müzik beni derinden etkilemişti.Ne ismini,ne bestecisini biliyor ama nerede rastlasam kulak kesiliyor,kendimi geçmişimden bir yerlerde yaşıyor hissine kapılıyordum.Bu hatırlanan geçmiş, ezberi bozan,hafızama yabancı hatıraların içine alan görüntülerden oluşuyordu.Kıyafetler başka,mekan başka,kişiler başka ancak o yabancılığın içinde çok tanıdık yaşanmışlıklar saklı olarak.Mutluluk dolu mazinin hüzünlü dile gelişi gibiydi hissettiklerim.Her dinleyişimde gözlerim dolacak kadar,kendimi kaptırıyordum müziğin tınısına.Mehmet’imin beni ziyarete geldiği bir gün ona bu müzikten bahsettim.Bulabileceğini söyledi ve netten dinletmeye başladığında,her hangi sevdiğim bir müzik tadında değil,heyecanla ,sevinçle,ağlaya ağlaya dinledim.O yerdeydim yine.
Adı yaşadığım duygular kadar enteresan bir seslenişin manasını taşıyordu.
‘ORAYA HİÇ GİTMEDİM’
Yann Tiersen’in,henüz izleyemediğim ’Amelie’Filminden, ’j’y suis jamais alle’.