25 Mart 2010 Perşembe

Gurur duyarım

24 Mart 2010 Çarşamba

HYPATIA


1600 yıl boyunca sessizliğe terk edilen bir cinayet

BİLİM UĞRUNA VERİLMİŞ BİR HAYAT

HYPATIA

İskenderiyeli Hypatia (370 – 415), o zamanların üniversitesi kabul edilen İskenderiye'deki okulda felsefe, matematik ve astronomi dersleri vermiştir. Platon ve Aristotales'in tanıtılmasında dersleri etkili olmuştur. Bruno ve Galileo’dan yüzyıllar önce astronomi aleti usturlabı da keşfeden Hypatia, İnançsız olduğu gerekçesiyle, Hıristiyan din adamı Crillo’nun emriyle bağnaz bir dinci grubun saldırısı sonucu işkenceyle derisi yüzülerek ve parçalanarak öldürülmüştür. Hypatia’nın ölüm emrini veren Crillo daha sonra Katolik Kilisesi tarafından Aziz ilan edilmiştir. Hypatia’nın hunharca katledildiği dönem Pagan felsefesinin sona erdiği ve Hıristiyanlaşmanın güçlendiği bir süreçtir. Doğa bilimleri ve matematik gibi alanlarda yoğun bir gerileme dönemi bu tarihlerden itibaren başlamıştır. Hypatia çağının yegane bilim kadını olarak bilinir. Aritmetik alanında 13 ciltlik bir yapıtı sözkonusudur. Bununla birlikte kadın olduğu için ne felsefe ne de bilim tarihinde dinin de etkisiyle 1500 yıl boyunca adı belirgin bir şekilde geçmemiştir.

HYPATIA İNSANLIK TARİHİNİN İLK BİLİM KADINI

Astronomide çoğunlukla yıldızların yükseklik açılarının ölçülmesinde çeşitli problemlerin grafik yöntemlerle gösterilmesinde kullanılan usturlabı da keşfeden HYPATIA, İnanç yerine aklı ve bilimsel düşünceyi savunduğu için, Dini otoriteye ve Tanrı’ya isyan ettiği gerekçesiyle 45 yaşında uzun işkencelerden sonra, derisi yüzülerek ve vücudu parçalanarak katledildi.

Hypatia'nın öldürülmesi dünyanın bin yıl cehalet ve batıl inanç bulutlarıyla kaplandığı Karanlık Çağların başlangıcını da işaret etmiştir.
Rafael’in Atina Okulu tablosundan Hypatia


Voltaire “Dictionary Philosophique” adlı yapıtında, Hypatia’nın öldürülmesini “Crillo adlı bir papaz ve köpeklerinin, yobazlardan oluşan bir sürüye sırtlarını vererek işlediği hayvanca cinayet” olarak anlatır.

Hypatia katledilişinden sonra yaklaşık 1600 sene geçti.
Hypatia bilimin ve aklın belki ilk kurbanıydı, erkek egemen din vahşetinin onbinlerce kurbanından sadece biriydi.
Tek suçu erkeklerin dünyasında bir kadın olmak, Dincilerin dünyasında akıl ve bilimi savunmak, düşündüğünü özgürce söyleyebilmekti.
Hypatia cinayetinin üzerinden yaklaşık 1600 sene geçti de, Ne değişti? Hala sadece kadın olduğu için öldürülenler yok mu? Aklı ve Bilimi savunduğu için katledilenler? Özgürce konuştuğu için vurulanlar, hapsi boylayanlar?

Kadınlar için konuşmanın bile zor olduğu Hıristiyanlığın bağnaz döneminde bir kenti etkiledi Hypatia. Kadın mücadelesi için en önemli figürlerden biri oldu.

18 Mart 2010 Perşembe

Resim ile buluşmam...

RESSAM PELİN KORKULU İLE İLK RESİM ÇALIŞMAM

KARA KALEM DENEMELERİM






Bunca zaman sergilere gittim,ressamları tanıdım.Resimleri anlamaya çabaladım,ilgilenen arkadaşlarımın heyecanına ortak olmaya çalıştım.Onların yeteneklerini,başarılarını kutladım.Ama resme hep seyirci kaldım.Okul yıllarımda zorunlu resim derslerini saymazsak,o günlerden bugüne bir çizgi çizmişliğim yoktur.Yakın olayım olmayayım sanatın her dalına saygı duyar,anlamam gerektiğini düşünmeden ilgilenir, ama ben yapabilir miyim düşüncesiyle yaklaşmazdım.Hayata karşı açarsanız kollarınızı,deneyimlerinize yeni hediyeler sunuyor.Denemenin korkaklığına sığınmadan,bilmediklerinize yaklaşırsanız,yeni öğrenmenin çocuksu sevincini yaşayabiliyorsunuz.Ben bugün bu çocuk sevincini yaşadım işte.Doğrusunu söylemek gerekirse ,kollarımı tam açacak kadar olmayan cesaretimi kazanmamı ressam Pelin Korkulu sağladı.Yeni yürümeye çalışan bir bebek ürkekliğinde aldım kağıdı kalemi elime.Heyecanlandım ama o heyecanı sevdim de!Önce,sehpaya koyduğu;bir şişe ,kitap ve iki elmadan oluşan modelime baktım,sonra da önümdeki bomboş sayfaya.’’Korkmadan çiz ne görüyorsan’’ dedi.Korkmamamı söylese bile,hatalarımı hemen yok edebilmek için elimin altında bir silgi aradım.Silgi istedim. Gülümseyen bakışlarındaki ‘hayır’ı anlamıştım.Silmek yoktu.İlkokul öğrencisi tecrübesizliğiyle, tuttum kalemi şişenin en ucundan başladım çizmeye.
Bütünü görmekten uzaklaşmış,tek tek odaklandığım için,kağıt üzerindeki orantıyı kaybetmeye başlamıştım.Anlaşılan,Pelin önce, bende olan acemilikle tanışmamı istemişti .Oturdu yanıma.Bir anda,Pelin’in ellerinde,kalemle kağıt, birlikte olmanın hazzıyla,hızlıca sehpanın üzerindekileri oluşturmaya başladılar.İnanılmazdı,sihirli dokunuşlar gibi.her kalem darbesinde daha belirginleşiyorlar,gerçekliğe kavuşuyorlardı.Resimde teknik nedir işte o anda tanıştım.Çizgilerden korkmadan,alabildiğine çok ,ama yumuşak çizgilerle bütünden teke doğru belirginleştirmenin inanılmaz oluşumuna tanık oldum.Yürümeyi belki öğrenememiştim ama ilk adımı atma cesaretini ve başarısını kazanmıştım.Bu bile, yeni bir şey öğrenmenin çocuksu saflığını, heyecanını yakalamamı ve tadını almamı sağlamıştı.Hayatta denemekten korkmadan yeni yolculuklara yelken açmanın keyfini bir güne sığdırmanın mutluluğunu yakaladım.Bu bakımdan,beni,ressam ablası Pelin Korkulu ile buluşturan,başarılı sporculuğuyla ve azimli kadın kişiliğiyle hayatımda olan Gülcan Korkulu arkadaşıma da minnettarım.
PELİN KORKULU RESİMLERİ:



Maltepe resim atölyesinde başarılı ressam adaylarından Sabiha Demir'in resimleri:



RESSAM HAKLI!

Bir zaman vardı ya târîh-i mukaddes modası...

Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası,

Mutlaka eski tesâvîr ile ziynetlensin,

Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin.

Biri peydâ olarak 'Ben yaparım' der, kolunu

Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu

Sıvar ammâ ne sıvar! sâhibi der:

- Usta bu ne?

Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine!

- Bu resim,askeri basmakta iken Fir'anv'ın,

Bahr-i Ahmer* yarılıp geçmesidir Mûsâ'nın.

- Hani Mûsâ, be adam?

- Çıkmış efendim karaya...

- Fir'avun nerde?

- Boğulmuş.

- Ya bu kan rengi boya?

- Bahr-i Ahmer a efendim, yeşil olmaz ya bu da!

- Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda!

Mehmet Akif Ersoy’un bu şiirini her okuduğumda,resmi yapan gözlerin, farklı pencerelerden çıkarmaya çalıştığı ışığın, farklı renklerini yansıtma çabalarını (mizahi bir dil akışıyla)anlatır derim.Sanatın her alanında olduğu gibi,beğeniler göreceli ve devinimlidir.Bakarız resme kendi dünyamızla algılarız,bilemeyiz ressam o resimde nerelere,kimlere duygu yolculuğunda gezindi.Biz kendi yolculuğumuza çıkar,kendi duygu dünyamızla yakınlık kurmak isteriz.Bize ait bakışları kondururuz renklerin üzerine.Aynı denize,aynı aya ve aynı güneşe bakan gözlerde,bizim ayrı bakışlarımız gibi ayrı aktarır tuvale renkleri,ışığı,doğuşu ve batışı..Çünkü her resim, başka bir elin, ruhunun ,sesine kulak verir.El o ruhun hizmetindedir.Boşluğu doldururken,’sana ait duyguların diliyim ben,emrindeyim’ der gibidir.Ressam kendi dünyasını da giyindirir ,yaptığı resmin üzerine.Gizli imzası tekniğidir.Bu yüzden ayrıştırırız hangi resim kime ait çoğu zaman.

13 Mart 2010 Cumartesi

Rüştü Asyalı sesinden aydınlarımız....

Rüştü Asyalı'nın sesine olan hayranlığım,biraz geçmişi ve arşivleri karıştırmama vesile oldu.Böylesi harikulade yorumlayan bir ses ile Uğur Mumcu'nun 'Sesleniş' adlı makalesi birleşince,çok dokunaklı bir video oluşmuş.Her fırsatta bunlar hatırlanmalı,hatırlandıkça da Uğur Mumcu'nun'Ey halkım unutma bizi!' nidasına cevap olmalı.Unutmadık sizi!!

12 Mart 2010 Cuma

CYRANO DE BERGERAC

'Cyrano de bergerac' oyunundan,'İstemem eksik olsun' tiradı(Edmond Rostand)




Bu tiradla ve o muhteşem ses'Rüştü Asyalı'nın seslendirmesiyle tanıştığımda,daha ergen dönemimdeydim.Ne ismini ne cismini bilmeden,siyah beyaz televizyon dönemimde izlediğimde bende iz bıraktığını yıllar sonra rastladığımda daha iyi anladım.O dönemlerde belki tam özümseyerek algılayamasam bile,benim için hep hatırlanası bir film karesiydi.Hafızamda derin izler bırakan filmin bazı bölümlerini şimdi daha farklı bir bakış açısıyla anlayarak bir kez daha okudum ve dinledim.
Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım?
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!
Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli?
Eleştiriden mi çekinmeli?
“Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı?
İstemem!
İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek...
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek...
Tek başına...
Özgür olmak...
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak...
Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak...
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak...
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay’a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

- Dök içindeki öfkeyi dostum. Ama saklama benden seni sevmediğini.
- Sus... ”

Cyrano De Bergerac'tan... Unutulmaz "İstemem eksik olsun" tiradı.
Edmond Rostand

Rüştü Asyalı'nın muhteşem yorumuyla tiradı dinlemek için aşağıdaki bağlantıyı açın.
http://www.mahkum.net/wp-content/istemem.mp3

8 Mart 2010 Pazartesi

'Gizli Tanrıçalar' Sergisini Gezdim



Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü öğrencileri 21. yüzyılın “Gizli Tanrıçalar”ını ortaya çıkardı

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 2. sınıf öğrencileri Temel Tasarım dersi kapsamında “Gizli Tanrıçalar” sergisini hazırladı. Kadınların Tanrıça özelliği kazandırılan yönlerini günümüz bakış açısı ile değerlendiren tasarımlar; doğanın kadını nasıl biçimlendirdiği sorusuna cevap veriyor.

Genç tasarımcılar, çalışmalarını Anadolu mitolojisinde Tanrıların Tanrısı Ana Tanrıça Kybele mitosundan etkilenerek oluşturdu. Ortaya çıkan tasarımlar ile Kybele’nin günümüz kadının doğasında var olan analık, üreme, dişilik, hayatın sürmesi ve dolayısıyla bereketi simgeleyen yönlerine dikkat çekiliyor.

Temel Tasarım dersi yürütücüsü Öğr.Gör.Mehmet Özen, ilk çağlarda doğa ile insanın bedeni arasında kurulan samimi bağın gün geçtikçe farklılaştığını, günümüzde bu anlayışın yerini doğasına aykırı davranan insanlar ve anlayışların aldığını belirtti. Özen, her şeyin çok hızlı tükendiği dünyada üreme ve üretme kavramlarının üzerinde tekrar durmak gerektiğini söyleyerek; kadın doğasına ilk çağlardaki gibi bir tanım ve anlam getirilerek yeniden inşa edilmesinin gerekliliğini vurguladı.

Sergi adının neden “Gizli tanrıçalar” olduğunu da anlatan Özen, “Her kadın bir güçtür o güç bazen keşfedilmiş bazen de keşfedilmemiş olarak sır dünyasında doğacak gününü bekler. Biz istedik ki, kadına ait birçok farklı bakış açısı bu tasarımlar içinde kendine beden bulsun ve keşfedilsin. Bu yüzden sergi “Gizli Tanrıçalar” adını aldı.

Sergide kadın mankenler kadar erkek mankenlerin de “Tanrıça” figürü olarak kullanılması dikkat çekiyor. Özen, “O yüzden kadının oluşturduğu kimlikte erkeğin payını, erkeğin oluşturduğu kimlikte ise kadının payını unutmamamız gerekir. Bence bu sergi iç içe geçmeyi, birleşmeyi, taşımayı, beslemeyi oldukça iyi anlatıyor” dedi.

Sergi, Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi A Blok giriş katında, 25 Şubat tarihine kadar ziyaret edilebilir.

Tarih: 20 Ocak–25 Şubat
Yer: Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi A Blok, giriş katı
Giriş ücretsizdir.
(Milliyet Kültür Sanat)
SERGİDEN BAZI ÇALIŞMALAR:

Emre Dönmez bu çalışması için şu yorumu yapıyor.
Bu çalışmamda kadının gizli saklı kalmış iç dünyasını,yansıtmayı amaçladım.Çalışmamda kullandığım zincirlerle,kadının kendini kilitlediği dünyasındaki
hapsoluşunu,kilidin(çözümün)ise,yine kendi dünyasında aranıp bulunması gereken önemli bir nokta olduğunu vurgulamak istedim.Ayrıca bunları yanyana getirerek karşıt bir ilişki oluşturmayı amaçladım.
Mert Barsanoğlu'nun çalışması ise,kadını bir çam ağacı figürüne dönüştürüyor.


Ve şöyle diyor:
Ben bu çalışmamda kadının özgürlüğünü çam ağacının dalları gibi uzanışıyla anlatmak istedim.Çam ağacının her mevsim yeşil olan yaprakları ona canlılık,sonsuz özgürlük,ve dayanıklılık gücü vermektedir.Tıpkı kadının doğası gibi.
Ve diğer çalışmalar;







7 Mart 2010 Pazar

Leman Sam konseri

Bu akşam,ikinci kez izlediğim Leman Sam konseriyle,kendimi yeniden harika bir müzik ziyafetinin içinde buldum.Zaman zaman çektiğim videolarda arka fonda eşlik ettiğim şarkılarla coştum.Teşekkürler Leman Sam.